28 Ocak 2008 Pazartesi

MARTILAR, İSPANYA KRALI VE BAYRAKTAR

MARTILAR, İSPANYA KRALI VE BAYRAKTAR

Murat Cemal Yalçıntan

muratcy@msu.edu.tr

Toprağı bol olsun ürktüğümü gören babam anlatmıştı martıların kar yağınca neden vapurların etrafında daha çok ve çılgınca uçuştuklarını ve biraz da saldırganlaştıklarını: “balıklar soğuktan kaçıp denizin diplerine giderler; martılar da aç kalır, çöplüklere, vapurlara dadanırlar” demişti... Ama “kargalardan farklıdır martılar” diye de eklemişti; “kargalar aç olmasalar da huzursuzluk verirler...”

1980’li yıllardı. TOKİ yeniydi. Başında Yiğit Gülöksüz vardı. Kaynak kıtlığından belki yoksulun barınma derdine çözüm olamadı ama konut edinemeyecek durumdaki binlerce orta sınıf aileye kooperatifler yoluyla destek oldu. O dönem yapılan ve yayınlanan TOKİ merkezli/destekli araştırmalar hala kütüphanemin konut bölümünün vazgeçilmezleri arasındadır...

Gün oldu, devran döndü, Bayraktar TOKİ başkanı oldu! Onun dönemi sermayenin kentsel ranta yöneldiği, yönelirken yoksulları yerle bir ettiği, tam da TOKİ’nin yoksullara yönelik sosyal politikalarla meşruiyetini güçlendirebileceği dönemdi... Kentlerin yoksulları işsizdi, sosyal dayanışma ağları çözülmekteydi, dönüşüm ve yenileme projeleri insanları evlerinden etmekteydi... TOKİ’nin varoluşunun bütün gerekçeleri güçlenmişti... Yoksulların konut edinmesine yönelik ekonomik ve sosyal yönleri de düşünülmüş projeler artık bir gereksinimin ötesinde aciliyetti... TOKİ 2003-2007 yılları arasında 287.032 konut üretti... Bu rakamı duyan İspanya Kraliyet Ailesi tarafından “ Alt Gelir Grubuna yönelik konut üretiminden dolayı TOKİ Başkanı Bayraktar’a kraliyet nişanı ödülü verildi...

Oysa kraliyet ailesinin bilmedikleri vardı: TOKİ bu 287.032 konuta taşınacak insanlara yönelik hiçbir sosyal ve ekonomik çalışma yapmamıştı! Büyük bir çoğunlukla standart kutucuklar üretmekteydi! Kaybolmaya yüz tutan sosyal ilişkileri tamamen koparacak mekansal düzenlemelere imza atmaktaydı! Kırsal özellikleriyle var olan kasabaların ortasına 5-6 katlı toplu konut adacıkları dikmekteydi! Gecekonduları şehr-i İstanbul’dan temizlemek suretiyle onlarca kilometre uzağa taşıdığı insanları işlerinden etmekte, yeni iş alanları konusunda kafasını yormamaktaydı! Kenti bir bütün olarak düşünen planları delmek suretiyle fason işler peşinde koşmaktaydı!

Muhtemelen, Kraliyet Ailesi, TOKİ başkanının, bu eleştirileri yapan kesimlere yaptığı yakıştırmaları da duymamış, gazetelerden okumamıştı:

"Bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış düşünenler, esrar, eroin ve kadın ticareti yapan yanlış insanlarımız, gecekondu ve kaçak yapılaşma bölgelerinden çokça beslendikleri için bu olgunun kaldırılıp atılmasına engel olmaya çalışıyorlar".

TOKİ’nin ve sahiplerinin baskısı altındaki yoksul emekçi mahallelerin toplanıp kar kış demeden geçtiğimiz hafta Cumartesi günü Büyükşehir Belediyesi önünde okudukları ve “mahallerimiz bizim onurumuzdur” diye haykırdıkları, TOKİ projelerini “toplumsallıktan uzak” olmakla suçladıkları basın bildirisinden de haberdar değildi tabi Kraliyet Ailesi...

Bizler bu ülkenin vergi veren, askerligini yapan emegiyle geçinen onurlu yurttaşları olarak bu yalan ve safsatalarla dolu ifadeleri kabul etmiyor, yıllardır bu mahallelerde yasayan yurttaslar olarak TOKİ başkanını bu açıklamasından dolayı gecekondu mahallelerinde yasayan halktan özür dilemeye ve istifa etmeye davet ediyor ve aksi halde yasal islemler başlatacağımızı bildiriyoruz.” (tam metin için: http://imdp.blogcu.com)

Kraliyet ailesi TOKİ’nin üst düzey bir yöneticisinin kapalı bir toplantıda gecekonducular için “leş kargaları” dediğini de bilmiyordu!

Şükür ki, bana gerçek kargaları güzel babam ta çocukken tarif etmişti!

****

NOT: İstanbul’daki bütün şehir plancısı meslektaşlarımızı 11 Ocak Cuma akşamı saat 18.00’de Beyoğlu’nda Makine Mühendisleri Odasında yapacağımız, meslek alanımızdaki bu yanlış uygulamalara nasıl dur diyeceğimizi tartışacağımız açık tartışma platformunun bir parçası olmaya davet ediyoruz...

* 9 Ocak 2008 - Birgün Kent Sayfası

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN MAĞDURLARI VE MAĞDURİYETİN SORUMLULARI

Murat Cemal Yalçıntan

muratcy@msu.edu.tr

İstanbul’da yaşanan dönüşüm süreci ile sınıf çatışmalarından arındırılmış mutena semtler; fabrikasız, işçisiz, yoksulsuz ve yoksulluğa bağlı suçların olmadığı bir dünya kenti hedefleniyor... Bu şekilde, üst düzey yöneticiler, kalifiye uzmanlar, sanatçılar vs kente çekilebilecek; üretimden arınmış bir tüketim kenti oluşturulacak. Üretimi de, işçiyi ve yoksulu gönderdiğimiz yerlerden bekleyeceğiz her hal. Bu bildik hikaye çerçevesinde TOKİ kentin çeperlerinde sürekli toplu konut üretiyor; işçiyi ve yoksulu bu konutlara iteliyor/öteliyor.

Bu genel çerçeveden bakınca dönüşüm projelerinin öngördüğü yaşayanların , “yerinden olma” süreçlerinin henüz ilk aşamasında olduğumuzu düşünebiliriz. İşçi sınıfı ile işsiz ve yoksul kesimlerin bu ilk aşamada sevk edildiği toplu konut adacıklarının ömrü de bu çerçevede uzun olamaz. İnsanların kendi kurdukları yaşama alanları, içinde bulundukları ilişkiler ağını da ifade eder ve o ilişkileri taşır. Oysa TOKİ tarafından uygun görülen toplu konut adacıklarının bu ilişkiler ağının ya farkında olmadıkları ya da bu ağı yok etmek istedikleri anlaşılıyor. Yeni inşa edilen adacıkların mesafe olarak uzak olması, eski ağlardan faydalanmayı da engelliyor. Varlıklarını uzun süredir enformel ilişkiler üzerinden sürdüren yoksul kesimlerin bu ilişkileri yok sayan bir mekansal örgütlenme içinde yaşayabilmeleri olası değil. Aynı durum sosyal güvenceli işçi sınıfı için de geçerli; çünkü alım/yaşam gücü iyice zayıflamış işçi sınıfı da çeşitli biçimlerde bu ağa entegre olmuş durumda ve kopması işsiz ve yoksul kesim kadar olmasa bile onlar için de yıkım anlamına gelir.

Sarıyer’de oturan bir aile düşünün. Baba Sanayi Mahallesinde bir atölyede çalışıyor; anne çevredeki villalara temizliğe gidiyor ve büyük oğul da sahildeki bir barda otopark görevlisi olarak çalışıyor. Bu ailenin İkitelli’ye taşınması yalnızca barınma hakkına değil yaşama hakkına yapılmış bir tecavüzdür ve taşınma halinde bir aile olarak yaşama olanağı hemen hemen kalmaz. Hakim kanaate göre, bu yaşayamama hali ailelerde dağılmalara neden olacak, oluşturulan toplu konut adacıklarında gettolaşma gözlenecek. Ailelerin bile dağıldığı bir süreçte yoksul kesimlerin birbirleri ile dayanışma hali zaten beklenemez. Hakim olacak yoksulluk hali “yeni yoksulluk” olarak adlandırılan bireyselleşmiş bir yoksulluk olacak ki bu da her türlü sosyal ve psikolojik olumsuzluğa gebe bir hal. Uzun lafın kısası, bugün bu alanlara taşınanların yakın gelecekte İstanbul’u tamamen terk etmeleri gerekecek. Çaresizlik nedeniyle bu toplu konut adacıklarında kalanların da bugün gecekondu yaşayanlarına layık görülenlerden daha ağır suçlamalarla karşı karşıya kalacakları ve yeniden dağıtılacakları öngörülebilir. Bu süreç, Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan sosyal konutlarda yaşayan kesimler için 1980’den bu yana çalışmaktadır. Toplu konut adacıklarının yaşam sürelerinin bizde Avrupa’daki kadar uzun ömürlü (30-40 yıl) olacağını da düşünmüyorum; çünkü bizdeki örnekleri ekonomiden ve toplumsal ilişkilerden tamamen koparılmış projelerin ürünleridir, dahası hakim ekonominin ve yaşama biçiminin dikte ettiği bir uzaklaştırma politikasına karşılık gelirler.

Yapılması gerekenin önünde engel oldukları için siyasetçileri suçlamak, ekonomiye dem vurup ranta karşı siyasal kararlılık talep etmek çok yaygın ve kolay. Ama siyaset-

iktsat ikilisinin eklemlenmişliği bu iyiniyetli önerileri boşluğa düşürüyor. Geriye yaratılacak kamusallıklar üzerinden siyasal alternatifler oluşturmak ve bu projeleri geliştiren iktidarı baskı altına almak dışında bir yol kalmıyor.

Diğer yandan, yukarıda sıralanan gelişmelere neden olacak projeleri siyasetçiler değil uzmanlar hazırlıyor ve bu uzmanlar bazen siyasetçileri bile zehirleyebilecek kadar sistemden beslenir hale gelmiş olabiliyor. Topu siyasetçilere atmadan meslek alanlarımızda yaptığımız projeleri düşünme zamanı geldi de geçiyor. Siyasal alanda yürütülen hakim dönüşüm biçimine karşı mücadelenin, meslek alanına da girmesi ve meslek alanında çatışmanın bu projeler kesilene kadar sürdürülmesi kaçınılmaz. Meslek odalarının dönüşüm projelerine karşı söylemleri ve açtıkları iptal davaları yeterli değil; çünkü meslek dışı aktörlere karşı gösterilen sert tavır, nedense meslek/camia içi tavırla uyuşmuyor.

Meslek etiği tartışmaları akademik alanda yapılıyor ama iş uygulamaya gelince tıkanıyor. Bu tartışmalar bildirilerde/makalelerde kaldığı sürece camia içi yaptırımlar haline gelemez. Oysa, bir arada yaşama kuralları meslek alanlarında da geçerlidir ve son dönemde yapılan dönüşüm projeleri ile büyük ölçekli mimari projelerin büyük bir çoğunluğu, ayıplanmayı, sokakta yürürken yere tükürmekten çok daha fazla hak etmektedirler.

Yaklaşan meslek odası seçimleri öncesinde ilgili meslek alanlarının bu yönde tartışmaları arttırmaları ve yollarına hakim sürece muhalif, akılcı ama gerektiğinde meslek camiası içinde de sertleşebilen gruplarla devam etmeleri dönüşüm süreçleriyle kentlerimizde yaşananların engellenmesinde yaşamsal önemdedir. Meslek insanları meslek alanları içinde meşruiyet yitirmeyi, ayıplanmayı göze alamazlar. Özellikle yakın gelecekte seçim sürecine girecek şehir plancılarına ve mimarlara duyurulur!

* 12.12.2007 - Birgün Kent Sayfası