22 Temmuz 2008 Salı

ODTÜ'de Yıkım: İmparatorun Sonu mu?

ODTÜ’DE YIKIM: İMPARATORUN SONU MU?

Murat Cemal Yalçıntan

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek yine gündemi kendine çevirmeyi başardı! Bu kez de, bilimsel doğruluktan ödün vermeden halka hizmet eden ve halkın yanında duran, akademik başarılarıyla çoktandır Türkiye’nin gururu haline gelmiş, ilk lisans programını kurarak Türkiye’ye şehircilik/planlama eğitimini ve mesleğini tanıştırmış ve geliştirmiş, 21000 öğrencinin kayıtlı olduğu ODTÜ’nün binalarının kaçak olduğunu ortaya çıkardı! 45 kaçak binaya 1 milyon 800 bin YTL ceza kesen Gökçek, meclisten imar affı çıkmazsa ODTÜ binalarını yıkma tehdidi savurmaktan da geri kalmadı.

Hain Rektör ile İmparator Eşsiz Gökçek

Gökçek ile ODTÜ arasındaki anlaşmazlığın kızışma noktası Kızılırmak suyuna ait bilimsel raporların kullanılma biçimi... Belediye başkanlığı hizmetleri her dönem sonrasında Ankaralılar tarafından ödüllendirilerek, yeniden ve hiç sıkılmadan başkanlık yapan, yönetim biçimi ve sürekliliği ile adı yakında Ankara İmparatoruna çıkacak Gökçek, yine eşsiz bir hamle ile ODTÜ’nün adını kullanarak Kızılırmak suyunun kullanılabilir olduğunu açıklayınca, ODTÜ rektörü Akbulut bu açıklamayı yalanlamış ve yaptıkları incelemeler sonucunda Kızılırmak’ta olması gerekenin iki katı arsenik olduğunu, dolayısıyla Kızılırmak suyunun kullanılmaması gerektiğini duyurmuştu. Gökçek’i de halkı kandırmakla suçlamış ve yasal işlem başlatabileceklerini söylemişti. Rektör Akbulut yalanı ortaya çıkarmakla kalmıyor, daha da ileriye gidiyor ve Gökçek’in rant projeleri için ODTÜ’den arazi koparmaya çalıştığını iddia ediyor! Gökçek aslında ODTÜ’den önce gündeme gelen Atatürk Orman Çiftliği gibi müthiş projeleriyle, gecekondu bölgeleriyle yetinmeyeceğini, gözünün Ankara’nın rant oluşturabilecek bütün alanlarında olduğunu açığa vurmuştu. İşte bu, “nerede, ne zaman ve nasıl konuşması gerektiğini bilmeyen” Rektör, Eşsiz Gökçek’in ODTÜ arazisindeki kaçak binaları fark etmesine neden oldu! Halbu ki, bu toplum birbirinin hatasını görmeden yıllardır barış içinde yaşayarak örnek bir toplum olma yolunda gidiyordu! Halkın olanın sermaye gruplarına aktarılması ya da halkın göz göre göre kandırılması vatan millet edebiyatı ile geçiştiriliyor, vatan milletle yetinmeyenler de düzenin içerisine çekiliyordu. Bu bağlamda Rektör Akbulut ancak bir hain olabilirdi ve temsil ettiği camia ile birlikte cezalandırılmalıydı! 4 yıldır Büyükşehir Belediyesinde olan ve bugüne kadar kullanılmayan denetleme yetkisi sonucu işlemlerin aniden yapılmasının gerekçesi, “toplumun düzenine çomak sokan hain rektör” hikayesine dayanıyor...

Kullanım Değeri – Değişim Değeri Çelişkisi ve ODTÜ Ormanı

Doğrudur, ODTÜ’nün binalarına ilişkin işlemleri yeterli değildir, eksiktir, yapılması gerekenler yapılmamıştır! Ancak ODTÜ 52 yıldır bu coğrafyaya çok ciddi hizmet vermiş bir eğitim kurumudur. Mevzuatın zaman içerisinde değişmesi ODTÜ’nün işlevinden düşmesi anlamına gelmez. Kaldı ki, ODTÜ arazisindeki binaların tamamı eğitim amaçlı ve bu amacı destekleyen binalardır. Çok ciddi ve birikmiş bir kamu yararı söz konusudur. Dolayısıyla, ODTÜ bugüne kadar verdiği hizmeti sürdürürken sorun kolaylıkla çözülebilir.

Bu ülke, eğitim amacıyla tahsis edilen ancak zaman içerisinde alışveriş merkezleri, konut blokları ve villa siteleri ile kendine yeterli bir kente dönüşen Bilkent ile, projesinde “plaza” ve “gelişme alanı” ibareleri ile onaylanmış, Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın yıkım kararlarına rağmen yine bu hükümetin Orman Bakanlığı tarafından yıllarca yıkılamamış, 100 bine yakın ağaç kesildiği iddia edilen Koç Üniversitesi örneklerini belleğinde tutuyor! Yine İstek Vakfı kurucusu Dalan’ın eğitim tesisi kurmak üzere tahsis edilen 600 ha. orman alanını parselleyerek gazete ilanları ile satışa çıkardığı da unutulamazlar arasında [Acun, 2000]! İstanbul’daki vakıf üniversitelerinden 7 adedine orman arazilerinden hem de yüzlerce hektar (bir üniversite yaklaşık 20 ha üzerine kurulabilir) tahsis yapılırken ve bunların bazılarında inşaat faaliyetleri nedeniyle binlerce ağacın kesilmesine göz yumulurken, ODTÜ bir bozkırdan ibaret olan arazisini kendi olanakları ile bir ormana çevirmiş, zamanla kentle bütünleşmesi muhtemel arazisinin kazanacağı değişim değerine göre hareket etmemiştir. Bu davranışı ile geçmişte Ağa Han Mimarlık ve Çevre Ödülüne de layık görülmüştür. Yine bu davranışıyla şehircilik ilkeleri açısından da çok olumlu bir plana sahiptir.

Arazisinde eğitim amaçlı yapılar dışında inşaat faaliyetine girişmeyen, boş kalan bütün alanlarını örnek bir ormana dönüştüren ODTÜ’ye yıkım tehdidi, iktidardaki ideolojinin kentsel toprağa ve eğitime bakış açısını da yansıtıyor!

ODTÜ Geleneği

Zaten kazanabileceği hamleleri kahramanlık hikayelerine, kazanamayacağı hamleleri ise mağdur hikayelerine çeviren yerel siyaset ustası Eşsiz Gökçek aslında ODTÜ hamlesinde kazanamayacağını biliyor! Tamamen siyasi bir hamle yapılmıştır. Hem ODTÜ devrimci geleneği yaşatan son kalelerden birisidir, hem de Rektör Akbulut AKP iktidarının ciddi bir muhalifidir. Öğrenciler halen şenliklerde “Devrim” yazıları yazmakta, Rektör muhalefetini –hiçbir şekilde onaylanamayacak olan- askeri göreve çağırma noktasına kadar taşımaktadır. Dahası, ODTÜ öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetlerinin büyükşehir belediyesini sık sık zora soktukları bilinmektedir. Gökçek’in hamlesi, bu üç grubu da sıkıntıya sokmak üzere, Kızılırmak’ın intikam ateşiyle fazla da düşünülmeden gündeme getirilmiş siyasi bir manevradır. Sıkıntıya düşeceklerini düşünmüştür çünkü kendi yaptığı açıklamalarda, vurgulayarak, “ODTÜ’ye izin vermenin bütün kaçak yapılara izin vermenin yolunu açacağını” belirtmektedir. ODTÜ binaları yıkılmayınca yapacağı açıklamalar şimdiden öngörülebilir: “İşte bilimsel doğruları, hakçalığı, eşitliği savunduğu iddia edilen ODTÜ geleneği” diyecek ve kendisine yeni bir mağdur hikayesi yaratmaya çalışacaktır...

Oysa bu kez atladığı bir nokta var ki siyasal hayatının sonu anlamına bile gelebilir: ODTÜ geleneği 21000 öğrenci, 3-4 bin çalışan ve yüzbine yakın mezun ile İmparator Eşsiz Gökçek’i yok edebilecek cesur bir örgütlülük geleneğidir. Bu örgütlülük ciddi bir zekayı ve aklı da beraberinde taşır. Dahası, Türkiye’nin bütün demokratik kitle örgütlerinin ve beraberlerindeki zeka ve akılların saygısını kazanmış bir gelenektir. Bu birliktelik ve destek hali İmparatoru devirebilecek hamleleri üretebilir!

“Kapıda Bekliyor Olacağım”

Rektör Akbulut yıkım tehdidine şu cevabı vermiştir: "Yıkabiliyorsa gelsin yıksın, ben kapıda bekliyor olacağım". ODTÜ öğrencileri 22 Temmuz’da asfaltta yatma eylemi hazırlığındadır. Çeşitli forumlarda Bilkent dahil Türkiye’nin çeşitli üniversitelerden ciddi destek emareleri bulunmaktadır. Üstüne ölü toprağı serilmiş üniversitelerde ve ODTÜ ile hiçbir ilişkisi olmayan öğretim elemanları arasında bile ciddi hareketlenme söz konusudur[1].

Eşsiz Gökçek’i kapıda bekleyenlerin sayısı çok olacak ve bu kez kapıda beklemekle kalınmayacak gibi!



[1] Örneğin, bu yazının yazarının da ODTÜ ile birkaç tanıdık dışında hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır ama ODTÜ geleneğini Türkiye’nin vazgeçilemeyecek bir değeri olarak görür. Dahası şehirciliği ve planlamayı ilk olarak ODTÜ’lü hocaların yazdıklarından öğrenmiştir.

* 23 Temmuz 2008 Birgün Kent Sayfası.

28 Ocak 2008 Pazartesi

MARTILAR, İSPANYA KRALI VE BAYRAKTAR

MARTILAR, İSPANYA KRALI VE BAYRAKTAR

Murat Cemal Yalçıntan

muratcy@msu.edu.tr

Toprağı bol olsun ürktüğümü gören babam anlatmıştı martıların kar yağınca neden vapurların etrafında daha çok ve çılgınca uçuştuklarını ve biraz da saldırganlaştıklarını: “balıklar soğuktan kaçıp denizin diplerine giderler; martılar da aç kalır, çöplüklere, vapurlara dadanırlar” demişti... Ama “kargalardan farklıdır martılar” diye de eklemişti; “kargalar aç olmasalar da huzursuzluk verirler...”

1980’li yıllardı. TOKİ yeniydi. Başında Yiğit Gülöksüz vardı. Kaynak kıtlığından belki yoksulun barınma derdine çözüm olamadı ama konut edinemeyecek durumdaki binlerce orta sınıf aileye kooperatifler yoluyla destek oldu. O dönem yapılan ve yayınlanan TOKİ merkezli/destekli araştırmalar hala kütüphanemin konut bölümünün vazgeçilmezleri arasındadır...

Gün oldu, devran döndü, Bayraktar TOKİ başkanı oldu! Onun dönemi sermayenin kentsel ranta yöneldiği, yönelirken yoksulları yerle bir ettiği, tam da TOKİ’nin yoksullara yönelik sosyal politikalarla meşruiyetini güçlendirebileceği dönemdi... Kentlerin yoksulları işsizdi, sosyal dayanışma ağları çözülmekteydi, dönüşüm ve yenileme projeleri insanları evlerinden etmekteydi... TOKİ’nin varoluşunun bütün gerekçeleri güçlenmişti... Yoksulların konut edinmesine yönelik ekonomik ve sosyal yönleri de düşünülmüş projeler artık bir gereksinimin ötesinde aciliyetti... TOKİ 2003-2007 yılları arasında 287.032 konut üretti... Bu rakamı duyan İspanya Kraliyet Ailesi tarafından “ Alt Gelir Grubuna yönelik konut üretiminden dolayı TOKİ Başkanı Bayraktar’a kraliyet nişanı ödülü verildi...

Oysa kraliyet ailesinin bilmedikleri vardı: TOKİ bu 287.032 konuta taşınacak insanlara yönelik hiçbir sosyal ve ekonomik çalışma yapmamıştı! Büyük bir çoğunlukla standart kutucuklar üretmekteydi! Kaybolmaya yüz tutan sosyal ilişkileri tamamen koparacak mekansal düzenlemelere imza atmaktaydı! Kırsal özellikleriyle var olan kasabaların ortasına 5-6 katlı toplu konut adacıkları dikmekteydi! Gecekonduları şehr-i İstanbul’dan temizlemek suretiyle onlarca kilometre uzağa taşıdığı insanları işlerinden etmekte, yeni iş alanları konusunda kafasını yormamaktaydı! Kenti bir bütün olarak düşünen planları delmek suretiyle fason işler peşinde koşmaktaydı!

Muhtemelen, Kraliyet Ailesi, TOKİ başkanının, bu eleştirileri yapan kesimlere yaptığı yakıştırmaları da duymamış, gazetelerden okumamıştı:

"Bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış düşünenler, esrar, eroin ve kadın ticareti yapan yanlış insanlarımız, gecekondu ve kaçak yapılaşma bölgelerinden çokça beslendikleri için bu olgunun kaldırılıp atılmasına engel olmaya çalışıyorlar".

TOKİ’nin ve sahiplerinin baskısı altındaki yoksul emekçi mahallelerin toplanıp kar kış demeden geçtiğimiz hafta Cumartesi günü Büyükşehir Belediyesi önünde okudukları ve “mahallerimiz bizim onurumuzdur” diye haykırdıkları, TOKİ projelerini “toplumsallıktan uzak” olmakla suçladıkları basın bildirisinden de haberdar değildi tabi Kraliyet Ailesi...

Bizler bu ülkenin vergi veren, askerligini yapan emegiyle geçinen onurlu yurttaşları olarak bu yalan ve safsatalarla dolu ifadeleri kabul etmiyor, yıllardır bu mahallelerde yasayan yurttaslar olarak TOKİ başkanını bu açıklamasından dolayı gecekondu mahallelerinde yasayan halktan özür dilemeye ve istifa etmeye davet ediyor ve aksi halde yasal islemler başlatacağımızı bildiriyoruz.” (tam metin için: http://imdp.blogcu.com)

Kraliyet ailesi TOKİ’nin üst düzey bir yöneticisinin kapalı bir toplantıda gecekonducular için “leş kargaları” dediğini de bilmiyordu!

Şükür ki, bana gerçek kargaları güzel babam ta çocukken tarif etmişti!

****

NOT: İstanbul’daki bütün şehir plancısı meslektaşlarımızı 11 Ocak Cuma akşamı saat 18.00’de Beyoğlu’nda Makine Mühendisleri Odasında yapacağımız, meslek alanımızdaki bu yanlış uygulamalara nasıl dur diyeceğimizi tartışacağımız açık tartışma platformunun bir parçası olmaya davet ediyoruz...

* 9 Ocak 2008 - Birgün Kent Sayfası

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN MAĞDURLARI VE MAĞDURİYETİN SORUMLULARI

Murat Cemal Yalçıntan

muratcy@msu.edu.tr

İstanbul’da yaşanan dönüşüm süreci ile sınıf çatışmalarından arındırılmış mutena semtler; fabrikasız, işçisiz, yoksulsuz ve yoksulluğa bağlı suçların olmadığı bir dünya kenti hedefleniyor... Bu şekilde, üst düzey yöneticiler, kalifiye uzmanlar, sanatçılar vs kente çekilebilecek; üretimden arınmış bir tüketim kenti oluşturulacak. Üretimi de, işçiyi ve yoksulu gönderdiğimiz yerlerden bekleyeceğiz her hal. Bu bildik hikaye çerçevesinde TOKİ kentin çeperlerinde sürekli toplu konut üretiyor; işçiyi ve yoksulu bu konutlara iteliyor/öteliyor.

Bu genel çerçeveden bakınca dönüşüm projelerinin öngördüğü yaşayanların , “yerinden olma” süreçlerinin henüz ilk aşamasında olduğumuzu düşünebiliriz. İşçi sınıfı ile işsiz ve yoksul kesimlerin bu ilk aşamada sevk edildiği toplu konut adacıklarının ömrü de bu çerçevede uzun olamaz. İnsanların kendi kurdukları yaşama alanları, içinde bulundukları ilişkiler ağını da ifade eder ve o ilişkileri taşır. Oysa TOKİ tarafından uygun görülen toplu konut adacıklarının bu ilişkiler ağının ya farkında olmadıkları ya da bu ağı yok etmek istedikleri anlaşılıyor. Yeni inşa edilen adacıkların mesafe olarak uzak olması, eski ağlardan faydalanmayı da engelliyor. Varlıklarını uzun süredir enformel ilişkiler üzerinden sürdüren yoksul kesimlerin bu ilişkileri yok sayan bir mekansal örgütlenme içinde yaşayabilmeleri olası değil. Aynı durum sosyal güvenceli işçi sınıfı için de geçerli; çünkü alım/yaşam gücü iyice zayıflamış işçi sınıfı da çeşitli biçimlerde bu ağa entegre olmuş durumda ve kopması işsiz ve yoksul kesim kadar olmasa bile onlar için de yıkım anlamına gelir.

Sarıyer’de oturan bir aile düşünün. Baba Sanayi Mahallesinde bir atölyede çalışıyor; anne çevredeki villalara temizliğe gidiyor ve büyük oğul da sahildeki bir barda otopark görevlisi olarak çalışıyor. Bu ailenin İkitelli’ye taşınması yalnızca barınma hakkına değil yaşama hakkına yapılmış bir tecavüzdür ve taşınma halinde bir aile olarak yaşama olanağı hemen hemen kalmaz. Hakim kanaate göre, bu yaşayamama hali ailelerde dağılmalara neden olacak, oluşturulan toplu konut adacıklarında gettolaşma gözlenecek. Ailelerin bile dağıldığı bir süreçte yoksul kesimlerin birbirleri ile dayanışma hali zaten beklenemez. Hakim olacak yoksulluk hali “yeni yoksulluk” olarak adlandırılan bireyselleşmiş bir yoksulluk olacak ki bu da her türlü sosyal ve psikolojik olumsuzluğa gebe bir hal. Uzun lafın kısası, bugün bu alanlara taşınanların yakın gelecekte İstanbul’u tamamen terk etmeleri gerekecek. Çaresizlik nedeniyle bu toplu konut adacıklarında kalanların da bugün gecekondu yaşayanlarına layık görülenlerden daha ağır suçlamalarla karşı karşıya kalacakları ve yeniden dağıtılacakları öngörülebilir. Bu süreç, Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan sosyal konutlarda yaşayan kesimler için 1980’den bu yana çalışmaktadır. Toplu konut adacıklarının yaşam sürelerinin bizde Avrupa’daki kadar uzun ömürlü (30-40 yıl) olacağını da düşünmüyorum; çünkü bizdeki örnekleri ekonomiden ve toplumsal ilişkilerden tamamen koparılmış projelerin ürünleridir, dahası hakim ekonominin ve yaşama biçiminin dikte ettiği bir uzaklaştırma politikasına karşılık gelirler.

Yapılması gerekenin önünde engel oldukları için siyasetçileri suçlamak, ekonomiye dem vurup ranta karşı siyasal kararlılık talep etmek çok yaygın ve kolay. Ama siyaset-

iktsat ikilisinin eklemlenmişliği bu iyiniyetli önerileri boşluğa düşürüyor. Geriye yaratılacak kamusallıklar üzerinden siyasal alternatifler oluşturmak ve bu projeleri geliştiren iktidarı baskı altına almak dışında bir yol kalmıyor.

Diğer yandan, yukarıda sıralanan gelişmelere neden olacak projeleri siyasetçiler değil uzmanlar hazırlıyor ve bu uzmanlar bazen siyasetçileri bile zehirleyebilecek kadar sistemden beslenir hale gelmiş olabiliyor. Topu siyasetçilere atmadan meslek alanlarımızda yaptığımız projeleri düşünme zamanı geldi de geçiyor. Siyasal alanda yürütülen hakim dönüşüm biçimine karşı mücadelenin, meslek alanına da girmesi ve meslek alanında çatışmanın bu projeler kesilene kadar sürdürülmesi kaçınılmaz. Meslek odalarının dönüşüm projelerine karşı söylemleri ve açtıkları iptal davaları yeterli değil; çünkü meslek dışı aktörlere karşı gösterilen sert tavır, nedense meslek/camia içi tavırla uyuşmuyor.

Meslek etiği tartışmaları akademik alanda yapılıyor ama iş uygulamaya gelince tıkanıyor. Bu tartışmalar bildirilerde/makalelerde kaldığı sürece camia içi yaptırımlar haline gelemez. Oysa, bir arada yaşama kuralları meslek alanlarında da geçerlidir ve son dönemde yapılan dönüşüm projeleri ile büyük ölçekli mimari projelerin büyük bir çoğunluğu, ayıplanmayı, sokakta yürürken yere tükürmekten çok daha fazla hak etmektedirler.

Yaklaşan meslek odası seçimleri öncesinde ilgili meslek alanlarının bu yönde tartışmaları arttırmaları ve yollarına hakim sürece muhalif, akılcı ama gerektiğinde meslek camiası içinde de sertleşebilen gruplarla devam etmeleri dönüşüm süreçleriyle kentlerimizde yaşananların engellenmesinde yaşamsal önemdedir. Meslek insanları meslek alanları içinde meşruiyet yitirmeyi, ayıplanmayı göze alamazlar. Özellikle yakın gelecekte seçim sürecine girecek şehir plancılarına ve mimarlara duyurulur!

* 12.12.2007 - Birgün Kent Sayfası